Orta Asya Bozkırlarındaki göçebe hayattan, şehirlerdeki yerleşik hayata geçme arzusu ecdadımızı hayli zorlamıştır. Özgürlüğüne çok düşkün olan Türkler şehirlere kısılıp kalmayı çoğu zaman hazmedememiştir. Uygurların yerleşik hayata geçmesiyle başlayan şehirleşmemiz ya da Uygarlaşmamız -ki Uygar = Medeniyet = Şehirleşme, kelimesi de Uygur kelimesinden, Uygur Türklerinden gelmektedir- neticesinde pek çok eser meydana getirmiş, kültür mirasımıza bırakarak, gelecek nesillere aktarmışızdır.
İslâm?ın bizlere bahşettiği gaza-cihad anlayışıyla birleşen cengâverliğimiz, Alp-Erenler vasıtasıyla ulaşmadığı diyar, varmadığı memleket bırakmamıştır. 1461 de Fatih Sultan Mehmed?in Trabzon?u fethiyle başlayan İslâmlaşma ve Türkleşme hareketi neticesinde köyümüzdeki ilk yerleşme1500?lü yılların sonlarıdır. İlk gelenlerin azlığı neticesinde köyümüzde pek fazla yapılaşma ya da bir eser ortaya çıktığını söylemek çok zordur.
17. yüzyılla birlikte köyün nüfusunun artması hasebiyle ihtiyaçların oluşması, köyde kalıcı bir eser bırakılması babında gelişmiştir. Köyümüzün fetihten önceki dönemde bilinen en eski diyebileceğimiz eseri bugün Kilise Kabanı dediğimiz yerde var olduğu iddia edilen kilise kalıntısıdır. Büyüklerimiz tarafından defaatle söylense de, anlatılsa da, 150?200 yıllık bir zaman diliminde, büyüklerimizden kimse bu binayı görmemiştir. Sadece kalıntılarının olduğunu, duvar taşlarının bulunduğunu anlatmışlardır.
1461?de fethedilen bölgemiz, 100 yıla yakın zaman meskûn mahal olmadığından, yani yerleşime açık olmadığından ve de bölgenin yerlisi dediğimiz Rumların köyden çıkartılmış olmasından bu yana 600 yüzyıllık bir zaman dilimi geçmiştir. Bu zaman zarfında onarılmamış, tamirata uğramamış bir binanın ayakta durması zaten mümkün değildir. Bizler yine de bir şeyler bulma adına bir kaç kişi, tarih dostları olarak Kilise Kabanı?nda incelemeler yaptık. Eski dönemlere ait olabileceğini düşündüğümüz kerpiç taşları, pişmiş killer bulduk. Bu bulgular bize burada bir yapının olduğunu gösteriyor. Fakat şimdi bir kısmı çaylık, bir kısmı fındıklık olan alanın tamamıyla temizlenmesi, kazılması gerek. Çok uzun olan bu arkeolojik faaliyete girişmemiz mümkün değil. Bizler sadece geçmiş nakillerden yola çıkarak, böyle bir yapının olabileceğini bazı rivayetlerle söyleyebiliriz.
Bizim Kilise Kabanı ile ilgili ilginç bir ayrıntı daha var ki bilim camiasında ilk kez tarafımdan ortaya konulacaktır. Köydeki Kilise Kabanı Çamburnu?ndaki (Kemerli Köyü?ndeki) Kilise Kabanını görmektedir. Bu sahil boyu birbirini gören yüksek tepelerde yapılan kiliseler çeşitli vasıtalarla (ateş yakmak gibi) birbirleriyle irtibatı sağlamaktaydı; Dolayısıyla Türklerin Karadeniz?i fethinden önce burada yaşayan kavimler, çeşitli saldırılara karşı kendilerini korumak için böyle bir sistem geliştirmiş olabilirler.
Şu da bir gerçek ki bölgenin bizden önceki sakinlerinin bir şeyler bıraktığı hakikattir. 1990? lı yıllarda dağda, Pontus Krallığı döneminden kalma bir bakır sikkenin Yasin Alikılıç tarafından bulunduğu gibi, dağdaki maden ocakları türünde kalıntılar, bizlerden önce buralarda birilerinin varlığını ortaya koymaktadır.Dağda bulunan pirinç ( bakır karışımı), Helenistik döneme ait sikke ( para ), IV. Mithridates döneminde basılmıştır. Bu Pontus kralı, Romalıların zulmüne karşı Anadolu kıtasında çeşitli örgütlenmeler yapmış, Romalılarla çetin savaşlara girişmiştir. Milattan önce 120- 63 yıllarında yaşamıştır. Yani köyümüzde bulunan ilk tarihi bulgu iki bin yüzyıllık bir zamanı göstermektedir. Sikkenin ön yüzünde, Grek kahramanı Perseus?un başı, arka yüzünde ise Mitoloji hayvanı olan otlayan kanatlı at resmi ( Pegasus ) bulunmaktadır. Hayvan figürünün altındaki yazıda ise paranın basıldığı şehir Amisos, yani Helenistik dönemde Samsun?un eski ismi yazmaktadır.
Çamburnu?ndaki Kilise Kabanı Baştımar?la, Baştımar, Dirlik Köyü ?nün (Cida) üst tarafındaki Kilise Kabanı olan Aydoray?la işaretleşebilmekteydi. Burası Aksu?nun (Aso) üst tarafındaki Ayfuka ile Ayfuka, Yukarıovalı?nın (Vizera) üst tarafındaki Aykula ile haberleşebilmekteydi. Burayla da Küçükdere?nin (Ğorğor) üst tarafındaki Ayğuna haberleşebilmekteydi. Burası da Güney köyü?yle (Ab) haberleşebiliyordu. Güney köyünün karşısı Ağulet, Ağulet?te Arpalı köyüyle; Arpalı karşı Aşot?la, Aşot?ta Abroza?yla ve bu yolla Bayburt?a ulaşılabilmekteydi. İslam öncesi Hıristiyan kavimlerin bu şekilde haberleşebildiğini bilmekteyiz. Karadeniz, Ceneviz ve Venedik saldırılarına açık olduğu için böyle tepe noktalarda işaretleşme ya da haberleşmeler tarih boyunca çok yaygındı. Diğer bir hususta, tepe noktaların birbirlerine benzer A?lı isimlerle anılıyor olmasıdır.
Şunu da belirtmek lazım ki yüzyıllar geçmesine rağmen köyümüzün bazı yerlerinde, bilhassa dağdaki arazilerde Rumca isimlerin olması enteresandır. Bunu tarihi verilerle ortaya koyan bilim adamlarımız ve kayıtlarımız vardır. Osmanlı Türkü hiçbir sıkıntı ya da küçüklük yaşamadan, kendine olan güveninin bir nişanesi olarak fethettiği yerlerdeki isimlere dokunmamıştır. Ancak kendisinin kurduğu yerlere yeni isimler vermiştir. Yoksa eskiden beri kullanılagelen isimlere dokunmamıştır. Bu da büyüklüğünün alâmetifarikası idi. Eğer fethettiği yerlerdeki halka ve yerlerin isimlerine dokunsaydı, değiştirseydi bugün Viyana?ya kadar bütün Avrupa Türk olarak kalacaktı ve yaşayacaktı.
Köyümüzdeki en eski kalıntılardan biri de köy mezarlığıdır. En eski mezarlar olarak zikredebileceğimiz, Orta Asya Türk geleneğinde gördüğümüz Balbal türü uzun taşlılardır. Bu taşlarda yazı olmaması, eski Türk ananesinin devamı niteliğindedir. Köye ilk yerleşenlerin menşeini ortaya koyma açısından çok önemlidir. Daha sonraki dönemlerden, bilhassa 17.yüzyılın ortalarından itibaren tarihlendirilmiş mezar taşları görmekteyiz.
Cami ve kenarındaki mezarlık Hacı Yakuboğulları?nın bağışı olup, en eski tarihli mezarlar burada bulunmaktadır. Çay alım yerinin olduğu yerdeki mezarlık ise Tarakçı zadelerden bir hatunun bağışladığı fındıklık üzerine yapılmıştır. Burada da Osmanlı döneminden mezar taşlarımız bulunmaktadır.
Köyümüzün cami ise eskilerin nakline göre ahşaptan olup, şimdiki Sağlık ocağı?nın olduğu yerde idi. Daha sonraları şimdiki yerine taş bina olarak Hacı Yakuboğlu Ali Ağa tarafından h.1281 (m. 1865) de yaptırılmıştır. Köyümüz camiinin mimari özelliklerinden ve de benzeri yapılarla karşılaştırılmasını ise ayrı bir makalede yazacağım için şimdikilik fazla malumat vermiyorum. Fakat şunu ifade edeyim ki gereksiz ve lüzumsuz yere yapılan tadilatlar, camimizin orijinalliğini bozmuş hiçbir tarihi özelliği kalmamıştır.
Köyümüzün en önemli eserleri arasında zikredebileceğimiz, tarihi ahşap ve ahşap dolgulu taş temelli evlerimizdir. Ama maalesef sayıları gittikçe azalmaktadır. Yakın bir tarihte ise belki de sadece resimlerden görebileceğiz. Köyümüzün sınırları içinde iken Sürmene belediyesi sınırlarında kalan tarihi Yakuboğlu (Memiş Ağa) konağı tamirat görerek müze statüsünde korunmaktadır. Ondan birkaç yüz metre yukarıda ise aynı aileye mensup bir iki tarihi ev vardır. Korunmaya muhtaç durumdalar. Kastel deresinin doğu tarafındaki Yakub Oğullarına ait ev ise vakıfların koruması kapsamına alınıp yakın bir zamanda yenilenmesine başlanılacaktır. Bu evden biraz daha ileride Direk Hala?nın evi denilen ev ise yıkılmaya yüz tutmuştur. 1. Dünya Savaşı sonrasında Rusların bölgemizin işgali sırasında hastahane olarak kullanılan bina birkaç yıl sonrasını görmeyebilir. Köye doğru vardıkça ahşap evlerimizin yıkıldığını maalesef yerlerine ruhsuz taş binaların konduğunu görmekteyiz. Şimdilerde köyümüzde tarihi sayılabilecek ancak bir iki evden bahsedebiliriz.
Kaynak :DÜNDAR ALİKILIÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder